1 Mart 2011 Salı

10 adımda zeka gelişimi


10 adımda zeka gelişimi

Zeka gelişir mi demeyin, gelişiyor. Üstelik de çok basit yollarla... İşte beyin hücrelerini zinde tutmanın 10 basit yolu;

Yenilenmeyen beyin hücrelerini geliştermek, zekanızı artırmak aslında gün içerisinde yapacağını çok basit bazı alıştırmalara bağlı. İşte Amerikalı uzmanların şiddetle tavsiye ettikleri o basit ama etkili yöntemler;

DÜŞÜNCE HATALARI

DÜŞÜNCE HATALARI
Bilişsel hatalar bilginin hatalı işlenmesi sonucunda duruma uygun olmayan ve duygusal sıkıntıya yol açan otomatik düşüncelere yol açarlar. İnsan zihnini bir fabrikaya benzetirsek, bu fabrika hammadde olarak çevreden gelen bilgiler, veriler ve algılardan bazılarını alarak işler. Diyelim ki bir bisküvi fabrikası bir çok farklı şeyden hammadde olarak un, şeker, yağ gibi hammaddeleri alır, sonra da bunları işleyerek bisküviye dönüştürür. Eğer bu fabrika bir kek fabrikasıysa bu kez aynı hammaddelerden ortaya çıkan ürün kek olur. Yaşadığımız olaylar ve algılarımızı da aynı şekilde zihnimiz işler ve bir ürün ortaya koyar. Örneğin bazı kişilerin zihni yaşanan olayları ve algıları genellikle gerçeğe pek uymayan biçimde felakete dönük olaylar olarak yorumlar, başka bir kişi ise olan biten çoğu şeyin kendisiyle ilgili olduğunu düşünür, işte bu tür düşünce işleme eğilimlerine düşünce hatası diyoruz.

Soru Sormaya Teşvik

1. Soru Sorma Konusunda Öğrencileri Teşvik Etmesi
Soru sorulması konusunda Hz. Peygamber (sav) ashabı teşvik etmiştir. “Harcamada iktisat, geçimin yarısıdır. İnsanları sevmek aklın yarısıdır. Güzel soru sormak da ilmin yarısıdır.” “Cehaletin ilacı sormaktır.”
Buna göre; öğretmenlerin öğrenciyi soru sorma konusunda teşvik etmesi gerekir. Çünkü soru sorma, bir anlamda düşünme ve araştırmaya başlamaktır. Ayrıca, bazı öğrenciler çekingen olabilir, soru soramayabilirler. Öğretmenlerinden bu konuda gerekli teşvik aldıklarında ancak soru sorabilirler. Bir öğretmenin amacı soran, araştıran ve düşünen bireyler yetiştirmektir.

17 Şubat 2011 Perşembe

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK ve ATALET




ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK ve ATALET

Neden herkes başarılı olamıyor? İnsanları başarısızlık bölgesinde durduran şey nedir? Sorularının cevabı ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK ve ATALET’tir.
Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görür. Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar. Metal zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışır ama başlarını tavandaki cama çarparak düşer. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplar, tekrar başlarını cama vururlar.

Ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çeker. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıplamamayı öğrenirler. Bilim adamları pirelerin hepsinin artık 30 cm zıpladığını görünce deneyin ikinci aşamasına geçerler ve tavandaki camı kaldırırlar. Zemini tekrar ısıtırlar. Tüm pireler yine eşit yükseklikte, 30 cm zıplar.

Deney sonucunda tavandaki cam engelinin kaldırılmış olması pirelerin daha yükseğe zıplamalarına imkan doğmasına rağmen pireler buna hiç cesaret edemezler. Çünkü kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı "hayat dersi"ne sadık yaşamayı öğrenmişlerdir artık. Kaçma imkanları olduğu halde kaçmazlar, çünkü engel artık zihinlerindedir. Pireleri sınırlayan dış engel kalkmış olmasına karşın kafalarındaki iç engel varlığını sürdürmektedir.
Bu deney canlıların neyi başaramayacaklarını nasıl öğrendiklerini gösterir. Buna "cam tavan sendromu" denir. Bir insanın gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır. Cam tavanımız hayallerimizin tavan yüksekliğini gösterir.

12 Ocak 2011 Çarşamba

Kalp ve dil...

Kalp ve dil...
Ya iyilik, güzellik fidanlığı; ya kötülük, bozgunculuk bataklığı.
İnsan nasıl işletirse dil madenini, öyle süsler, donatır ömür ağacını.
Ve nasıl besleyip donatırsa öyle ürünlerle donatır kalp toprağını.
Dil ve kalp, ya kötülükler yuvası, kumkuması, ya iyilikler-güzellikler ovası.
Hani, Lokman Hekim, bir çırağıyla ava çıkmıştı, uzun yoldan evine döneceği sırada bir kabile reisi bu meşhur hekimi misafir etmek istedi.

Lokman Hekim, nasıl beden dilinden anlıyorsa öyle de gönül ve ruh dilinden anlıyordu. Kırmadı kabile reisini. O gece misafir kaldılar. En semiz koyunlardan biri kesildi. Yemek için harekete geçildi. O sırada Lokman Hekim, çırağını imtihan etmek istedi:

- Getir bakayım bana koyunun en temiz iki organını.

Çırak gitti koyunun kalbini ve dilini getirdi.

Lokman: “Aferin!” dedi, tam isabet. Bir canlının en temiz iki organı kalbi ve dilidir.”

Yediler, içtiler, şükrettiler. Sabah olduğunda da her misafirin yaptığı gibi, yola revan oldular.

Ne var ki yol kısa değil, Lokman aslında ava çıkmış gibi görünüyor; ama bu av sıradan bir yiyecek bulma avı değil. Hekimlik yolunda yeni bitkiler, ilaçlar bulma yolculuğu…

Akşama yakın bir saatte bir başka kabile reisi de Lokman Hekim’e misafir olması için ısrar etti.

İmkân varsa, davete icabet etmeli. Lokman Hekim de öyle yaptı. Yine akşam ve daha semiz bir koyun kesildi. Bu seferki imtihan daha zorluydu.

Lokman, çırağına: “Haydi şimdi de koyunun en pis iki organını getir bana.” dedi.

Çırak gitti, bir süre sonra yine kalp ve dille dönüp geldi.

Uzattı kalp ve dili Lokman Hekim’e. İşte efendim, dedi, bir canlının en pis iki organı.

Lokman: “Aferin dedi, sen sadece görünen, duyulan bilgilerle değil; aynı zamanda marifetle de donatmışsın kendini. Gerçekten de kalp ve dil, bir canlının hem en temiz, hem de en pis organlarıdır.”

Dil ve kalp dedikodu, fitne kaynağı haline gelmişse hem sahibini yer bitirir, hem de çevresinde tahribatlara yol açar. Kısacası, şer için işlese, kötülükler, tahribatlar kaynağı olur. Ama aynı organlar hayır için işlese, güzellikler, iyilikler merkezi olur.


***


Dilini bir binek bil.
Seni gül bahçelerine de götürebilir.
Balçık deryalarına da sürükleyebilir.
Kalbini kirli, paslı ya da parlak bir ayna bil.
Bütün güzelliklere karşı kör de kalabilir
Güneşle parlayan, güneşi yansıtan bir talihe sahip de olabilir.

Zor İnsanlarla İletişim

Zor İnsanlarla İletişim ~~


İletişim kurmakta güçlük çeken insanları uzmanlar,"Zor İnsanlar" olarak adlandırılıyor. Zor insanlar, toplumdan topluma, kişiden kişiye göre farklı olarak tanımlansa da temelde benzer davranışlar gösteriyorlar.

Pek çok kişi çevresindeki zor insanlardan şikayet eder. Evde, işte, okulda kısacası her ortamda bir zor insan bulunur. Oysa aslında "zor insan" diye bir şey yok. Zorlayıcı davranışlar var. Ve maalesef bazı insanlar sürekli bu şekilde bir davranış içinde bulunuyorlar.



Davranışlar.. .

- Eğitimi ve bilgisi yetersiz olmasına rağmen kendisini çok iyi sananlar
- Bilgisi ve deneyimi yetersiz olmasına rağmen kendisini iyi sananlar
- Öncelikleri belirlemede beceri sahibi olamayanlar
- Hatasını olgunlukla kabul edemeyen, sürekli açıklama yapıp kendisini temize çıkarmak isteyenler
- Yavaş düşünen ve hareket edenler
- İşleri karıştıranlar
- Hiç konuşmayanlar, bilgiyi zorla ağzından aldığınız kişiler
- Yanlış anlamakta ısrar eden
- Karşısındakinin söylediklerine önem vermeyen
- Konum farklılıkları nedeniyle görüşürken o farkı hissettiren kişiler
- Karşılarındakine saygı göstermeyen
- Yavaş hareket eden ve birçok defa tekrar edilmesi zorunda kalınan insanlar
- Sadece kendi yaptığı şeyin önemli olduğunu düşünen
- Sürekli olaylar ve etrafındakiler üzerinde kontrol oluşturmaya çalışanlar
- Empati kuramayanlar
- Her zaman 'ben haklıyım' diyenler


ZOR İNSANLARA YAKLAŞIM NASIL OLMALI?
Zor insanların özelliklerini daha da artırmak mümkün. Ancak tüm bu özellikler ışığında zor insanları ve onlara 5 ana başlık altında toplamak mümkün.

Agresif İnsanlar: Saldırgan davranışlar içinde bulunan bu sakin bir şekilde kendinizi ifade edin ve size yönelik saldırgan tavırlara kendinizden emin bir şekilde karşılık verin.

Her Şeyi Bilenler: Bu kişilerle mücadele ederken iyi hazırlanmak gerekir. Asla meydan okumayın. Aksine yeteneklerini övün. Gerektiğinde hatalarını ortya çıkaracak sorular sormaktan çekinmeyin.

Şikayetçiler: Karşılarındakine güvenmezler. Kendilerine olan güvenleri de çok değildir. Eksik olan özgüvenlerini saklamak için memnuniyetsiz, her şeyden ve herkesten şikâyet eden bir tavır içine girerler. Bu insanlara "Başkalarının göremediklerini görüyorsun" şeklinde onların güvenlerini arttıracak cümlelerle yaklaşın. Dinleyin ama asla tartışmaya girmeyin. Ona karşı savunmacı davranmayın.

Mağdurlar: İyi dinleyin ve onu anladığınızı gösterin. Soruna odaklanarak onu değişim için motive edin.

Gizlice Saldıranlar: Bu insanlara karşı ne kadar geri çekilirseniz o kadar üstünüze gelmeyi severler. Geri çekilmeyin. Şakaya vurun.

Ataleti Yenmek

Ataleti Yenmek

Atalet, kısaca “eylemsizlik hali“ demektir. Yavaşlık, isteksizlik, tembellik, üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi hareket etmek, kendini çağıran insana başını kaldırmadan kaşını kaldırarak bakmak, miskinlik, ertelemecilik, mazeretçilik, sitemkarlık, kötümserlik, şevksizlik, depresiflik birer atalet göstergesidir.
Ataleti yenmek, kendini içten zorlayarak ya da kendinde çoşku uyandırarak “kendini eyleme geçirebilmek” demektir. Kendine “yapması gerekenleri yaptırabilmek” demektir. Görev sorumluluklar karşısında “üşenmemek”, “ertelememek”, “vazgeçmemek” demektir.
-Başarmayı istediğiniz ve başarabileceğinize inandığınız hedeflerinizi düşünün. Bu amaçlarınızı gerçekleştirmek için neler yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Bunları niçin yapmanız gerektiğini de biliyorsunuz. Bunları yapmamakla neler kaybettiğinizi, yaparsanız neler kazanacağınızı da biliyorsunuz. İsterseniz nasıl yapabileceğinizi de biliyorsunuz. Buna karşın yine de yapmıyorsunuz!
İşte böyle anlarda eyleme geçebilmek için şunları yapabiliriz:
Niyet teyidi: Bu konuyla ilgili gerçekten bir şeyler yapmayı isteyip istemediğini sorgulamalıyız.
Hedef kurma: Hayat amaçlarımızı belirlemeliyiz. On yıl sonra nasıl bir hayat yaşamak istediğimizi ve bunu da nasıl gerçekleştirebileceğimiz hakkında kesin bir fikrimiz olmalı.
Telkin: Kendimize hayat amçlarımıza ulaşmak için yapmamız gerekenlerle ilgili telkinlerde bulunmalıyız. Gerekçeleme: Yapmamız geren davranışlarla ilgili “niçinler”, gerekçeler bulmalıyız. Yeterince ve bol nedeni olan başarı için hazır hale gelmiştir.
Teknik bilgi: İstediğimiz şeyin nasıl yapılacağına dair teknik bilgiler araştırılmalı.
Havuç: İstediğimiz davranışı yaptığımızda neler kazanacağımızı, hangi hazları yaşayacağımızı hissetmeliyiz.
Sopa: İstenilen davranışı yapmamakla neler kaybedeceğimizi, zararlarını, çekeceğin acıyı hissetmeliyiz. İçinde bulunduğumuz ataleti yendiğimizde, yapamayacağımız hiçbir şey olmadığını da göreceğiz.Alıntı

Ulusal ataleti yenmek için üç model Mümin SEKMAN

Ulusal ataleti yenmek için üç model



  Atalet kelime anlamı olarak “eylemsizlik hali” demektir. Gündelik dilde atalet halini ifade etmek için, tembellik, miskinlik, ağırkanlılık, durağanlık, hantallık, yeis gibi kelimeler kullanılır.

Atalet üç düzeyde yaşanabilir:

1. Kişisel atalet.

2. Kurumsal atalet.

3. Ulusal atalet


Bireylerin atalet halinde olmaları, o bireylerin yönettiği kurumların atalete düşmesine neden olmaktadır. Ataletli bireyler ve kurumlar da bir araya gelerek ataletli toplumları oluşturmaktadır.

Bir ülkede sorunların ve çözümlerin neler olduğu, bu çözümleri kimlerin uygulaması gerektiği biliniyor, çözümsüzlüğün bedelleri her gün ödeniyor ama yine de yapılması gerekenler yapılmıyor ise, o ülkede atalet hali oluşmuş demektir.

Toplumsal ataletin sonuçları nelerdir?Atalet halini yoğun ve yaygın olarak yaşayan toplumların “yapabilecekleri” ile “yaptıkları” arasındaki fark gittikçe açılır. Verilen kamusal sözler genellikle tutulmaz ve işler sürüncemede kalır. Toplumsal atalet halinin egemen olduğu toplumlarda; bu durumun sonucu olarak, kişisel ve kurumsal atalet hali de yaygındır. Toplumsal ataletin önemli sonuçlarından biri de yoksulluk ve yolsuzlukları artırmasıdır.

Toplumsal atalet ile ilgili tespitler

Atalet oluşumuna neden olan iki türlü davranış vardır: Yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımız ve yapmamamız gerektiği halde yaptıklarımız.

Her ataletli toplum, ataletini yenebilecek gücü kendi içinde taşır. Bu enerjinin kullanılmasını engelleyen şey de ataletin kendisidir. Ataleti yenebilmek için de ataleti yenmek gerekir.

Hiçbir toplumsal atalet hali sonsuza kadar sürmez. Ataleti ya onu yaşayanlar kırar yada felaketler!

Bir toplumun başına gelen olaylar değil, o olaylara verdiği anlamlar onu atalete düşürür.

Toplumsal atalet hali kalıcılığını, atalet halinin uzun süre devam edeceğine dair inançtan alır.

Türk insanı ne kadar atalet içerisinde ise, Türkiye de o kadar atalet içerisindedir. Türk insanı neden atalet çerisinde ise, Türkiye de o nedenle atalet içerisindedir.

Ataletli insanlar, atalet halinde yaşamaktan dolayı çektikleri acı, ataletin kırılması anında çekeceklerini sandıkları acıdan daha fazla oluncaya kadar, atalet haline son verilmesine içten içe direnç gösterirler.

Kendi sert gerçekleriyle yüzleşme cesareti bulamayıp, kendini sosyal illüzyonlarla kandıran toplumlarda atalet oluşumu daha fazla görülmektedir.

Toplumsal atalet haline son verme modelleri

Ulusal ataleti kırmak için kullanılabilecek üç farklı model vardır:

İnsan mühendisliği modeli
Toplum mühendisliği modeli
Sistem mühendisliği modeli

İnsan mühendisleri, insanları teker teker ataletten “arındırmak” gerektiğini savunur. Toplum mühendisleri, toplumu bir bütün olarak ataletten arındırmak gerektiğini savunur. Sistem mühendisleri ise, insanların önünü tıkayan değil açan bir sistem (yapı) kurmak gerektiğini savunur.

İnsan mühendisliği insanda, toplum mühendisliği toplumda, sistem mühendisliği ise sistemde değişiklikler ve düzeltmeler yaparak atalet haline son vermeye çalışır.

Sürecin yönü açısından bakıldığında; toplum mühendisliği tepeden tabana; insan mühendisliği tabandan tepeye; sistem mühendisliği ise, yapının merkezinden değişimi başlatır. Ataletin ve başarısızlığın kaynağını; insan mühendisliği bireylerde, toplum mühendisliği yöneticilerde, sistem mühendisliği sistemlerde arar.

Sistem mühendisliğinde mekanizmalar, insan doğasına ve yüksek performansa göre tasarlanır. Toplum mühendisliğinde ise, “tepedekilerin” görüş ve menfaatlerine göre sistem kurulur. Asyatik toplumların temel karakteri, toplum mühendisliği modeli ile iş yapmalarıdır.

Toplumumuzun kollektif ruhunun ve Türkiye’ye egemen olan kültürel iklimin, tembellikten tempolu çalışmaya, durağanlıktan dinamizme, miskinlikten motivasyona, pasiflikten proaktifliğe, çaresizlikten coşkunluğa, ataletten ataklığa dönüştürülmesi hepimizin dileğidir.



Yazar: Mümin Sekman

Ataleti Yenmek Ve Kulluk

Ataleti Yenmek Ve Kulluk

Unutmayalım ki, elimizde anahtar var ve bu anahtar kendi nefsimize takılmış.
Artık ataletten sıyrılıp anahtarı çevirme vaktidir.

“Atalet – ataleti yenmek – kulluk nedir ?”
İnsanları başarısızlık bölgesinde durduran ne?
Kulluk, yaratılış gayesine uygun davranışlar ortaya koymaktır.
Allah ismiyle işaret edilen O mutlak varlığı tanımaya çalışmak, O’nun sistem ve düzenini bilmek, kavramak, idrak etmek, evren kanunlarıyla an be an hakikatle yüzleşmek.
İşte yaratılış gayesi.